KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Bazen Bölgesel Rakip, Bazen Bölgesel Ortak

Bazen Bölgesel Rakip, Bazen Bölgesel Ortak

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 9 dk okuma süresi
283 0

Arap baharından sonra ve özellikle Suriye meselesinden sonra farklı kutuplarda bulunan İran ve Türkiye son dönemlerde ortak söylemler içerisine girdi. Astana sürecinde aynı masaya oturmayı kabul eden iki bölgesel rakip ortak kararlar almayı başardı. Bunun akabinde Kuzey Irak’taki referandum iki ülkenin de aynı söylemi takınmasına sebep oldu. Gerek İran, gerekse Türkiye bölgesel statükonunu korunmasından yana tavır aldı. İki ülkenin Irak Kürdistan sınırında yaptıkları tatbikatlar, İran’ın referandum günü Süleymaniye’nin köylerini bombalaması, hava sahalarının kapatılması iki ülkenin de ne kadar ciddi olduğunun gösterdi. Ayrıca yeni kurulacak Kürdistan iki ülkenin geleceği bakımından tehdit olarak görüldü. Bununla birlikte Kürdistan üzerinde tahakküm kuracak İsrail’i bölgede istemedi.
Tarihsel süreçler de göz önünde tutularak kısaca söylemek gerekirse iki bölgesel rakip kendi aralarında mücadele etmekten geri durmadı, fakat bölgeye girmeye çalışan farklı bir güce izin vermedi. Zira biz bunun farklı bir benzerini 1735’te Rusya’nın Kuzey Kafkasya’dan Orta Asya’ya açılmaya çalıştığı sırada Osmanlı Devleti’nin İran ile birleştiğini görüldü. İki devlet şuanda da Kürdistan üzerinden bölgeye sızmaya çalışan İsrail’e karşı birleşmiş durumdadır. Kısaca her ne kadar ortak düşman değişse de iki devlet arasındaki strateji değişmedi. Tahran’ın sınırlarını Ankara, Ankara’nın sınırlarını Tahran korundu.
Bu minvalde Kuzey Irak referandumunda sandıktan Evet’in çıkmasından sonra söylemler sertleşerek, iki ülke arasında ise diyalogu daha fazla geliştirmiş oldu. Böylece bölgede yeni bir Sadabat Paktı meselesinin gündeme geldi. Zira 1937’de İran, Irak, Afganistan ve Türkiye arasında imzalanan Sadabat Paktı, devletlerin ortak çıkarlarına aykırı tavırlara ve ortak sınır korunmasına karşı imzalanmış saldırmazlık antlaşmasıdır. Bu suretle İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Tahran’a davet etmesinin ardından, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan kalabalık bir ekiple 4 Ekim Çarşamba günü Tahran’a gitti. Türk ekibinin içinde Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi, Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak, MİT müsteşarı Hakan Fidan ve birkaç yetkili daha bulunmuştur. Bu bakımdan incelendiği zaman heyette Hakan Fidan’ın bulunması, daha önceden İran’da mevkidaşı ile görüşmeyen giden Hulusi Akar’ın bulunması zirvenin ekonomi ve güvenlik odaklı olacağının göstergesidir. Bununla birlikte iki ülke arasında 4 farklı antlaşma imzalandı.
Bununla birlikte İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin dile getirdiği ilk söz gümrük meselesi olmuşdu. Bu bağlamda düşünüldüğünde İran’ın beş farklı cephede savaşması, yüksek askeri ve silah maliyeti, bölgedeki istikrarsızlık ve sıcak para akışının azalması İran ekonomisini zora soktu. Ülkedeki işsizlik ve halkın hayat pahalılığından şikayeti, umut olarak görülen Ruhani’yi zora sokmuştu. Ruhani bu zor durumdan kurtulmak için Türkiye ile olan ticaret hacmini genişletip ülkeye yatırım yapılmasını amaçladı. Ayrıca Kuzey Irak’a yönelik yapacağı ambargonun ekonomik külfeti en aza indirmeye çalıştığı da söylenebilir.
Bununla birlikte tarafların birbirine ifade ettiği diplomatik dil çok mühim bir hadisedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ifadelerinde aziz kardeşim Ruhani ifadesi gözlerden kaçmayacak bir meseledir. Sayın cumhurbaşkanının bu ifadeleri İran ile bölgesel ortaklık yapacağı anlamına gelmektedir.
Bununla birlikte iki tarafında Kuzey Irak’a uygulayacağı ambargo İran’ın çıkarlarına olacaktır. Zira Türkiye, Kuzey Irak petrol ve doğalgazına alternarif yeni bir yol arayacaktır. Bunun için en uygun yol İran olacaktır. İran’da Türkiye ile olan ticari ilişkilerini geliştirirken jeopolitik özelliğinden de faydalanarak Avrupa’ya ihracat imkanı bulacaktır. Böylece bu işten hem İran hem de Türkiye kârlı çıkacaktır.
Ayrıca iki devlet adamının da üstünde durduğu mesele bölgeye sızmaya çalışan yabancı güçlerin etnik ve mezhebi ayrımcılık yaptığıdır ki Sayın Erdoğan açıkça MOSSAD ve İsrail’in adını açıkça zikretmiştir. Bu konuya dair verilen ortak tepki Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana oldukları ve ayrımcılığa karşı olduklarını belirtmiştir. Bu bağlamda düşünüldüğünde İran’ın Obama döneminde açıkça uyguladığı Fars milliyetçiliği çerçevesinde Pers yayılmacılığını ertelediği düşünülmektedir. Zira bu ortamda devletlerin her türlü etnik ve mezhebi çatışmadan uzak durması gerekmekir. Hatta bu minvalde devletlerin ayrıştırıcı özelliklerinden ziyade bütünleştirici özellikleri üzerinde durulmalıdır. Zira iki millet asırlar boyu bir arada yaşamıştır.
Bu noktada Türkiye Cumhuriyet CB Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasının ilk altı dakikasını Muharrem Ayının önemine vurgu yapması, Hz. Hasan ve Hüseyin’i anması ehlibeytin Sünni ve Şii kesimin ortak paydası olduğunu vurguladı. Bu doğrultuda Devlet Arşivleri ile İran Arşiv Başkanlığı, TRT ve İRAN resmi TV kanalı ile yapılan ortaklık anlaşması da bunların birer parçasıdır.
Bunların dışında heyette yer alan Mit Müsteşarı Hakan Fidan’ın ve Tahran’da bulunan Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar’ın bulunması dikkat çekici bir hadised,r. Bu durum iki ülke arasında askeri ve istihbari bilgi paylaşımının yapılacağına işaret etmektedir. Bu minvalde İdlib Operasyanu’nun görüşülmüş ve planlanmıştır. Ayrıca IKYB’nin ambargoyu kırma çabası karşısında PKK, PJAK ve hatta IŞİD ile işbirliğine gireceği düşünülürse buna önlem alınmış olabilir.
Sayın CB Recep Tayyip Erdoğan’ın konuşmasına genel olarak bakıldığında turizm üzerinde durduğu görülmektedir. Zira uçak krizi sonrası Rus turistlerin bölgeye ilgisindeki dalgalanmalar, Almanya ile meydana gelen gergin ilişkiler turizm sektörüne yansımıştır. Bu süreçte Rus ve Alman turistlerin yeri İranlı turistlerle doldurması hedeflenmiştir. Zira Nevruz Bayramı ve tatillerde İranlı turistlerin tercihlerini genel olarak Türkiye’den yana kullandıkları görüldü. Bu süreçte Türkiye bunu kendine avantaj olarak kullanmaya çalışacaktır. Bu doğrultuda İran’a yönelik yapılacak turizm yatırımları artacaktır. Böylece Türkiye’de genel olarak Almanca, Rusça konuşan turistlerin yanında Farsça konuşan turistlerde eklenecektir.
Sonuç olarak iki ülke arasında ticari ve savunma ilişkileri geliştirilmeye çalışılıyor. Bu minvalde devletlerin birbirine güvenip ortak hareket etmek zorundadır. Zira devletlerin IKYB’yi kendi lehlerine kazanmaya çalışmaları belki kısa vadede kazanç sağlayabilir, fakat uzun vadede iki ülkeye de zarar verecektir. Bu süreçte kurula bu yeni masayı iki ülkede avantaj olarak kullanıp dağıtmamak için özen göstermelidir.
Ali ŞAHİN
KAFKASSAM

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir