KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. BÖLGESEL GÜÇ HEDEFİNDEKİ TÜRKİYE’NİN YENİ STRATEJİSİ: “KAMU DİPLOMASİSİ”

BÖLGESEL GÜÇ HEDEFİNDEKİ TÜRKİYE’NİN YENİ STRATEJİSİ: “KAMU DİPLOMASİSİ”

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 13 dk okuma süresi
322 0

Dünyanın iki kutuplu sistemden çok kutuplu sisteme geçtiğinin en büyük emaresi olan SSCB’nin dağılışı ve akabinde dünya üzerinde yaşanan müspet ve menfi hadiseler göstermiştir ki, beynelmilel siyasette etkisini arttırmak isteyen ve başta devletler olmak üzere, tüm beynelmilel aktörler ilk kertede halklar nezdinde sempati oluşturmaya yönelik faaliyetlere ehemmiyet vermeye başlamışlardır. Bu hususa mukabil olarak beynelmilel siyasetle ilgilenen çevrelerce yeni bir etki oluşturma yaklaşımı olarak “sert güç”, “yumuşak güç” ve her ikisinin birleşimi olarak ifade edilebilecek olan “akıllı güç” kavramları geliştirilmiştir. Bundan mütevellittir ki devletler kendi aralarında yaşadığı problemleri, krizleri ve husumetleri çözüme kavuşturmaktan evvel kendi halklarına sonrasında ise diğer ülkenin halklarına karşı propaganda faaliyeti yürüterek haklı olduğunu anlatmaya çalışmaktadırlar. Bunu sağlayabilmenin en tesirli yolu ise propaganda faaliyetlerine ehemmiyet verilmesi, eğitim imkânları sağlanması, burslar verilmesi, kültürel ve sosyal faaliyetlere ehemmiyet verilmesi, hibe yardımlarında bulunulması gibi araçları etkili şekilde kullanmaktır. Çünkü bilinmektedir ki halkları inandırmak, etkilemek ve yönlendirebilmek bir ülkenin işgal ve istilasından daha kalıcıdır. Bu hassasiyetin daha açık ve net bir şekilde idrak edilmesi ise Sovyetler Birliği sonrasına tekabül etmektedir.
SSCB’nin dağılışından sonra bölgesinde meydana gelen otorite boşluğundan istifade ederek bölgesel güç olmayı kendisine şiar edinen Türkiye, uzun yıllar izole olduğu Balkanlar, Güney Kafkasya ve Orta Asya bölgelerine daha yakından tanımak istemiş ve bu hususta politikalar geliştirmiştir. TİKA (Türkiye İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı) başta olmak üzere, Yunus Emre Enstitüsü, Kızılay, THY, TRT, YTB (Başbakanlık Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluğu Başkanlığı), Diyanet İşleri Başkanlığı ve TÜRKSOY gibi birçok yeni yapılanma oluşturulmuş veya mevcut müesseseler eskiye nazaran tanzim edilmiştir. Tüm bu yapılanmaların uyumlu bir şekilde yürümesi için de KDK (Başbakanlık Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü) oluşturulmuştur. Türkiye’nin, Osmanlı Devleti döneminde hâkimiyeti altında bulunan yakın coğrafyasına yönelik yürüttüğü “yumuşak güç” faaliyetleri, ülkemizin bu coğrafyalarda etkisini artırmasında kolaylaştırıcı bir rol oynamıştır.
Soğuk savaş sonrası yapılan bu hamlelerin yanında Türkiye’nin bölgesel güç mü olduğu yoksa bölgesel güç olma potansiyeline sahip mi olduğu bu zamana kadar tartışılagelen mevzulardan biri olmuştur. Tetkik edecek olursak Türkiye, Osmanlı Devleti varisi olması hasebiyle bölgesel güç olma potansiyeline sahip bir ülke, üstelik 1934 Balkan Atlantı ve 1937 Sadabat Paktı ile rüştünü ispatlamış ve bölgesel güç olduğunu tescillemiş bir devlettir. Daha henüz yeni kurulan bu devletin bölgesinde etkin ve sözünün muteber olması her Türk vatandaşı için gurur kaynağıdır. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin mazisi hususiyetle dış politikadaki omurgalı duruşu ve pragmatik yaklaşımları misalleri ile mevcuttur.
İkinci Cihan Harbi’nin ayak seslerinin duyulduğu 1933’ten (Hitler’in iktidara gelmesi) itibaren Türkiye, adımlarını daha dikkatli atmaya çalışmış ve Avrupa’da yaşanan kargaşadan faydalanarak Boğazların statüsünün değişimini talep etmiş ve 1936’da Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır. Krizi fırsata çeviren Türkiye ilerleyen yıllarda SSCB’nin Boğazlardan üs talep etmesi ve ülke topraklarına göz dikmesi ile Türkiye’yi taraf olmaya itmiştir. Türkiye’nin tarafı ise Batı Bloku olmuştur. Türkiye’deki karar alıcıların zamanla Batı Blokuna kayıtsız şartsız teslim oluşları Türkiye’nin bölgesel güç değil bölgesel kukla olmasını sağlamış ve 1950’lerde NATO’ya üye olmamız ile birlikte SSCB cihetinden bölgesel düşman statüsüne gelmemiz sağlanmıştır.
Türkiye, bölgesinde yaşanan gelişmelere tam manasıyla hâkim olup ve bunları yönlendirdiği takdirde bölgesel güç olmanın hakkını vermiş olacaktır. Aksi halde bölge gerçeklerini bilmeden, anlamadan, olası senaryoları dikkate almadan fevri hareketlerde bulunmak başta Türkiye olmak üzere bölge için felakettir. Türkiye’nin, Mısır’da iktidara gelen Sisi’nin darbeci olması sebebiyle ilişkilerini kesmesi, Suriye’de iktidarda olan Esad’ın Rusya’ya yakın olması ve İran ile yakın ilişkilerine rağmen okyanus ötesinin telkinleriyle Esad’ın devrilmeye çalışılması, Irak’ta yaşanan gelişmeler ve yanlış tutumlar, Kafkasya’daki meselelere Rusya merkezli değil Amerikan merkezli yaklaşımlar ve bölgede etkin güç olan İran ve Rusya’nın dikkate alınmadan yapılan tüm hamleler Türkiye için maliyetli olmuş, inandırıcılığı ve caydırıcılığı bölgede sorgulanır hale gelmiştir.
Bölgede huzurun, güvenliğin, refahın ve selametin tesisi için hiçbir bloka mensup olunmaması elzemdir. Aksi halde ülkeler arasında yaşanan gelişmeler güvensizlik üzerine kurulamayacağından sarsıntılar yaşanacaktır. Türkiye’nin NATO üyesi olması bölgede İran ve Rusya başta olmak üzere birçok ülkeyi tedirgin ettiği gerçektir. Türkiye’nin soğuk savaş döneminde üye olduğu NATO, artık amacını gerçekleştirmiştir. Türkiye, NATO’dan ayrılmalı ve bölgesel paktlar kurmalıdır. Ne Rusya’nın ne de ABD’nin başını çektiği ittifaklara üye olmak Türkiye için tehlike arz etmektedir. Yanı başında bulunan Suriye meselesini ABD’nin telkinleriyle politika üreten Türkiye’nin, daha sonraları fevri davranması ve Suriye bataklığına hayaller ile dalması Türkiye’yi zorlamış ve çıkmaza sürüklemiştir. Türkiye, gerek Suriye’de gerek Irak’ta gerek bölgesindeki muhtelif ülkelerde yaşanan menfi hadiselere tam manasıyla vakıf olmadan politika üretmesi ve okyanus ötesinin telkinleri ile politika belirleme gayretleri hezeyandır milli vicdana terstir. Elbette yakın coğrafyaya dair politika belirlenecektir ancak ilk kertede diplomasi, medya, propaganda ve istihbarat ilimlerinden ziyadesiyle istifade edilmeli ve iktiza ettiği durumlarda da müdahil olunmalıdır.
Türkiye’nin, Irak, Suriye, İran ve diğer ülke içerisinde bulunan Türklere yönelik ilhak anlamında politika belirlemesi elbette sıkıntı doğuracaktır. Ancak o ülkeler ile yakın bağ asla ve asla koparılmamalıdır. Münasebetlerin üst düzeye çıkartılması elzemdir, büyük devletlerin küçük gördüğü devletlerde; adam satın alma, bursa bağlama, koruma, kollama, sempati duydurma, ideoloji ihraç etme, militan yetiştirme gibi aşamalar ile hedefteki ülkeyi adeta adım adım sömürge haline getirmektedir. Türkiye’nin şartlar tahakkuk etmediği sürece böyle bir teşebbüste bulunması zaten felakettir. Ancak üç yüz milyonluk Türk varlığı dikkate alınırsa büyük devletlerin yaptığı zahmete ve riske girmeden sadece dış Türkler ile yakın münasebet kurmak, propaganda faaliyetlerine ehemmiyet vermek, ortak alfabe projelerini daha fazla somut hale getirmek, ortak alfabe projesi sonrası test aşaması dahi olsa birkaç neşriyatın faaliyete geçmesini sağlamak, öğrenci değişim programlarına daha fazla kontenjan açmak, dil, din, kültür, sanat faaliyetlerinin icrası için çalışmalar yapmak Türkiye’nin itibarına müspet manada tesir edecektir.
Türkiye’nin, sadece Türklere yönelik politika ve strateji belirleyecek diye bir kaidesi yoktur ve asla olmamalıdır. Ancak üç yüz milyonluk Türk varlığının da ihmal edilmemesi gerektiğini de unutmamak gerekir. Uzun yıllar Osmanlı hâkimiyetinde olan Arap memleketlerindeki halkları da kazanmak şarttır. Gönül coğrafyası kapsamında bölgedeki Arap devletleri ile öğrenci değişim programlarına ehemmiyet verilmelidir. Ayrıca Türk dizilerinin yeniden kontrolden geçmesi lazımdır. Çünkü yoğun bir şekilde Türk dizelerine gösterilen rağbet her ne kadar gururumuzu okşasa da kontrolsüz, şuursuz ve art niyetli oluşturulan senaryolar ikili ilişkilere menfi cihetten tesir edebilir. Bundan mütevellit Kültür ve Turizm Bakanlığının bu mevzuya yönelik hususi olarak ilmi çalışmalar yürütmesi elzemdir. Bahsetmiş olduğumuz çalışmaların yanında bir de proje filmlerin ve neşriyatların hayata geçirilmesi için acilen çalışmalara başlanmalıdır. Bu film ve neşriyatlar; sözde Ermeni soykırımı, 1974 Kıbrıs müdahalesi, PKK ile mücadele, FETÖ’nün faaliyetleri, 15 Temmuz hadisesi gibi mevzularda başta Arapça olmak üzere Farsça, İngilizce, Rusça, Çince dillerinde hazırlıklar yapılarak hem film hem de neşriyat çalışmalarına yoğun bir tempo ile başlanmalıdır. Yapılacak bu proje, hem Türkiye’ye yönelik yapılan yoğun propaganda faaliyetlerini bir nebze olsun kırılmasını sağlayacak hem de bu şekilde Türkiye’ye vakit kazandırmış olacaktır.
Hülasa edecek olursak, bölgesel güç olmak, söylemde kulağa hoş gelen bir mefhum veya mefkûre olabilir. Ancak bu işe samimiyet ile ihlas ile bağlanmak, inanmak ve adanmışlık göstermek her kişinin harcı değil er kişinin veya er kişilerin harcıdır. Türk karar alıcılarımızın, günü kurtarmak adına dış politika meselelerini halka anlatarak şikâyet etmesi veya gündeme taşıyarak asıl meselelerin gündemden düşürülmesi, şahıslar üzerinden politika belirlenerek kitleleri başka hedefe yönlendirmek, okyanus ötesinin telkin ve tesirleri ile yanı başımızdaki hakikati veya hakikatleri görmeyerek politika belirlemek Türkiye’ye haksızlıktır ve en büyük ayıptır. Türkiye ve Türk halkı ucuz siyaseti hak etmemektedir. Çünkü kaliteli bir siyaset ve kaliteli bir Türk dış politikası, ilgili bakanlık ve yardımcı kuruluşları ile hudutları belirlemeli, devlet reisi tarafından da söylem ve stratejiler geliştirilmelidir. Aksi halde tam tersi olduğunda söylemi ve yaptıkları ile uyuşmayan, slogan atan, şov yapan, gündemi değiştiren, halkını uyutan, maziye ve istikbale saygı duymayan bir Türk Devleti anlayışı ortaya çıkacaktır. Bu da hiç şüphesiz kabul edilmesi mümkün olmayan ve hiç kapanmayan yaralara sebep verecektir. Son olarak en başında da söylendiği gibi politikaları racon ile değil propaganda, ikna, diplomasi, psikoloji ve medya ilmiyle yapılmalıdır. Tüm bunlar oluştuğunda yani şahsi ihtiraslar uğruna memleketi ateşe sürüklemek yerine devletin menfaatleri mugayir hiçbir faaliyetin müsebbibi olmamaya ehemmiyet verildiği taktirde işte o zaman “Bölgesel Güç, Türkiye” tüm gücü ve ihtişamı ile bölgesinde etkin, güçlü, caydırıcı ve sözü muteber bir devlet olacaktır.

Selçuk Özçelik
Giresun Üniversitesi/ Uluslararası İlişkiler

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir