KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Kıbrıs’ta Çözümsüzlüğün Mimarları ve Çözüm Önerileri,Tarihi Seyri İçinde Adanın Hâkimiyeti ve Birleşmiş Milletler

Kıbrıs’ta Çözümsüzlüğün Mimarları ve Çözüm Önerileri,Tarihi Seyri İçinde Adanın Hâkimiyeti ve Birleşmiş Milletler

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 14 dk okuma süresi
335 0

1571 yılında fethedilen Kıbrıs adası, 307 yıl boyunca bilfiil Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyetinde bulunduktan sonra 1878 yılında hükümranlık hakları imparatorlukya kalmak üzere İngiltere’ye devredilmek zorunda kalmıştır. Bu zaman içerisinde, adadaki nüfus çoğunluğu Türklerin elinde olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasının ardından, İngiltere, 1914 yılında adayı ilhak ettiğini duyurmuştur. Türkiye ise Lozan Antlaşması’yla İngiltere’nin ada üzerindeki egemenliğini kabul etmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, Kıbrıslı Rumlar tarafından Yunanistan ile birleşme arzusu açıkça dile getirilmeye başlanmıştır. Yunanistan, adada yaşayan Rumların kendi kaderlerini tayin hakkı (self determinasyon) talebiyle, konuyu Birleşmiş Milletler (BM) bünyesine taşımıştır. irleşmiş Milletler nezdinde ‘’olumlu’’ bir netice alamayacaklarının farkında olan Yunanistan ve Kıbrıslı Rumlar, EOKA (Kıbrıslıların Ulusal Mücadele Örgütü) adındaki silahlı terör örgütünü de bu zaman dilimi içerisinde sahaya sürmüşlerdir. İngiltere’nin de olaya müdahil olması ve Kıbrıslı Türklerin de kendi kaderlerini tayin hakkının bulunması gerektiğini ifade etmesine rağmen Rumlar, tek taraflı self determinasyon için dayatmalarını sürdürmüşlerdir. EOKA terör örgütünün de silahlı baskıları neticesinde ilk olarak, Türk ve Rumların ortak olarak yaşadıkları otuzun üzerinde ki yerleşim birimi Türkler tarafından terk edilmiştir.

Kıbrıs Cumhuriyeti
Birleşmiş Milletler’den adanın Yunanistan’a bağlanması (ENOSİS) yönünde bir karar çıkmaması ve uluslararası arenada Türkiye’nin, Kıbrıslı Türkleri yalnız bırakmaması üzerine, Yunanistan ve Türkiye arasında İngiltere’nin de katıldığı görüşmeler başlamıştır. Görüşmeler neticesinde adada ortaya çıkan çözüm, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere tarafından garanti altına alınmıştır.(Londra ve Zürih Anlaşmaları) Nihayet 16 Ağustos 1960 tarihinde, Kıbrıslı Türk ve Rumların eşit oranda siyasi hak ve statüye sahip oldukları, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulduğu dünya kamuoyuna ilan edilmiştir. Ne var ki, Rum tarafının, devletin her kademesi başta olmak üzere, siyasi ve sosyal hayatta Türkleri yok sayması, anayasayı değiştirme gayretleri, bitmek tükenmek bilmeyen ENOSİS rüyaları ve en önemlisi ada da tam bir ‘’Türk avı’’ başlatmaları sebebiyle Kıbrıs Cumhuriyeti, Türk tarafının bütün iyi niyetli gayretlerine rağmen dağılmıştır. Bu tarihten sonra, Rum tarafı silahlı saldırılarına daha da hız vermiştir. Başlangıçta Kıbrıslı Türkleri siyasi olarak zayıflatma amacı güttüğü açıklanan Akritas Planı, artık adadaki Türklere yaşam hakkı tanınmayacağını gösteren bir eyleme dönüşmüştür. Otuz bin Türk yaşadıkları topraklardan çeşitli zorbalıklarla uzaklaştırılmıştır. 1963 yılının sonlarına doğru ise üç garantör devletin silahlı güçleri Kıbrıs’ta hazır bulunmuştur. Durumun ciddiyetine binaen BM Güvenlik Konseyi, yaşanan insanlık dışı olayların önüne geçebilmek ve Kıbrıs’ta çözüm sağlamak maksadı ile Uluslararası Barış Gücü’nün adaya konuşlanmasını sağlamıştır. Zaman içerisinde, Birleşmiş Milletler tarafından def’aten(birdenbire) masaya oturtulan Kıbrıslı Türk ve Rum temsilciler, eşit statüde bir devlet noktasında anlaşma sağlayamamışlardır.

Kıbrıs Barış Harekatı
EOKA silahlı terör örgütünün lideri konumda bulunan Nikos Sampson, Yunanistan hükümetine darbe yaparak yönetimi ele geçirmiştir. Darbenin görünen tek amacı Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlayıp, Rumların ENOSİS hayallerini gerçekleştirmektir. Kıbrıs Türklerinin yaşam hakkı başta olmak üzere, Kıbrıs adasının egemenliğine ve toprak bütünlüğüne doğrudan bir tehdit olan bu durum karşısında Türkiye üzerine düşeni yapmıştır. 1960 yılında imzalanan Zürih ve Londra anlaşmalarından doğan garanti yetkisini kullanarak 20 Temmuz 1974’de Kıbrıs Barış Harekâtı adını verdiği müdahaleyi gerçekleştirmiştir. 11 Şubat 1959 tarihinde Birleşik Krallık ve Yunanistan ile beraber imzaladıkları, Londra ve Zürih anlaşmaları gereğince Kıbrıs’ta tarafların birbiri üzerinde baskı ve tehdit oluşturmasına müsaade edilmeyeceği garantör devletler tarafından taahhüt edilmiştir. Bu noktada Türkiye ilgili anlaşma maddelerinden doğan hakkını kullanmak suretiyle Kıbrıs’ta yaşanan terör ortamına son vermiştir. Ancak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, uluslararası güvenlik ve barışı yok saydığı, Kıbrıs Cumhuriyetinin toprak bütünlüğüne gereken saygıyı göstermediği için, Türkiye’nin müdahalesini ‘’işgal’’ olarak nitelendirmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri bu harekatta 498 şehit vermiştir. Kıbrıslı Türklerin gönüllü olarak savaştıkları Türk Mukavemet Teşkilatına mensup 70 kişi de harekat esnasında şehit düşmüştür. Kıbrıs Türkünü yok olmaktan kurtaran bu harekat, aynı zamanda Yunanistan’daki askeri darbenin de son bulması açısından da günün şartları açısından ayrıca önem arz etmektedir.

Mübadele
Barış harekatının ardından, Birleşmiş Milletler gözetiminde Viyana’da gerçekleştirilen toplantıya, Türk tarafını temsilen Rauf Denktaş, Rum tarafını temsilen ise Glafkos Klerides hazır bulunmuşlardır. Toplantıda adanın kuzeyinde bulunan Rumların güneye, güney kısmında bulunan Türklerin ise kuzeye geçmesi taraflarca kabul edilmiştir. (120 bin Rum güneye, 65 bin Türk’te kuzeye geçmiştir) Mübadele, adada bulunan Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün gözetiminde sorunsuz gerçekleştirilmiştir.

Müzakerelerin Seyri
İlk olarak 1968 yılında başlayan çözüm odaklı müzakereler, Birleşmiş Milletler başta olmak üzere birçok uluslararası kuruluşun arabuluculuk ve çözüm önerileri ile bugüne kadar gelmiştir. 1968 yılından bugüne taraflar, çeşitli hakemlerin gözetiminde, dünyanın pek çok noktasında bir araya geldikleri gibi, adada bulunan tarafsız bölgede de baş başa görüşmelere imza atmışlardır.

Rum kesimi tarafından, büyük bir başarı ile görüşmeler sürekli sabote edilmiş, hazırlanan mutabakat metinlerinde Kıbrıslı Türklere hiçbir siyasi hak ve statü verilmeyerek, ‘’masadan kalkan, uzlaşma tavrı göstermeyen tarafın Türkler olduğu’’ dünya kamuoyuna bu şekilde aktarılmaya çalışılmış, kısmen de olsa başarı sağlanmıştır. Kıbrıslı Rumların adadaki çözüm anlayışının, ‘’Türksüz bir Kıbrıs olduğu’’, bunun haricinde ki hiçbir teklife çözüm olarak bakmadıkları, hele ki adada Türkler ile eşit statüye sahip bir ortak devletin teklifine dahi tahammüllerinin olmadığı, uluslararası kamuoyuna tez zamanda açık bir üslup ile ifade edilmelidir.

Kıbrıs Müzakerelerinde Son Durum ve Türkiye’nin Üzerine Düşenler
1968 yılından bugüne devam eden görüşmelerin son turu, geçtiğimiz günlerde (26 Eylül 2016) Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un ev sahipliğinde, New York’ta gerçekleştirilmiştir. Kesin bir neticenin ortaya konamadığı toplantılara damgasını vuran, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi adına masada bulunan Anastasiadis’in BM Genel Kurulu’ndaki konuşması oldu. Rum lider, Birleşik Kıbrıs’ın ‘’tek yasal kişiliği, tek egemenliği ve tek vatandaşlığı’’ olacak dedikten sonra özetle şunları söyledi.

“Kuzeyde kalan (Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sınırları içerisinde bulunan) Rumlara ait toprakların ne olacağına Rumlar karar verecek. Tüm Kıbrıs vatandaşları için, dolaşım, mülkiyet ve iş kurma hakkı sağlanacak. Adada bulunan 800 bin Rum ve 220 bin Türk nüfusu sabitlenerek, 1960 yılında ki demografik yapının aynısı uygulanacak. Birleşik Kıbrıs’ın doğal yollar ile ve doğrudan Avrupa Birliği’ne üye olacağı kabulü ile, Avrupa Birliği müktesebatının adada yaşayan tüm vatandaşları ilgilendireceği’’ vurgusunu da yapan Anastasiadis, ağzında ki asıl baklayı çıkararak çözüm için olmazsa olmaz şartın ‘’Türk askerinin adayı terk etmesi ve Türkiye’nin Londra anlaşması ile elde ettiği garantör devlet statüsünden vazgeçerek, danışman devlet olması gerektiğini” söylemiştir. KKTC basınında geniş yankı uyandıran ve muhalefetin haklı tepkisine sebep olan bu ifadelere ülkemiz basınında yeterince yer verilmemesi Kıbrıs’ın geleceği noktasında ki endişelerimizi arttırmıştır. Ne hazindir ki, Rum liderin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda, doğrudan ülkemize yönelik yapmış olduğu bu konuşmasına hükümet düzeyinde de hiçbir cevap verilmemiştir. Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde 29 Ekim 2005 tarihinde imzaladığımız protokol ile, Kıbrıs’ta söz hakkı olan tek siyasi güç olarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni tanıdığımız gerçeğini de yeri gelmişken burada şunu hatırlatmak isterim. Halen Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ‘’onayına’’ sunulmasa da, hükümet nezdinde onaylanmış kabul edilen bu protokolün tek taraflı olarak fesh edilmesi hem Anastasiadis’in hadsiz konuşmasına bir cevap niteliği taşıması, hem de Türkiye’nin müzakereler boyunca Kıbrıs Türklerinin yanında olunacağı mesajının verilmesi açısından önem arz eden bir adım olacağı kanaatindeyim. Ayrıca, Türk askerinin adadaki varlığını işgal, KKTC’nin ilanını ayrılıkçı hareket olarak kabul eden Birleşmiş Milletler’in bu hatasından dönmesi için Türkiye tarafından konu Birleşmiş Milletler gündemine taşınmalı, ikili görüşmeler ile devlet başkanlarına anlatılmalı, hükümet yetkililerine iyi niyet mektupları gönderilmelidir. Lefkoşa’da bulunan Ercan Havalimanı’na doğrudan sefer düzenleyen tek ülke olan (Türkiye’nin haricinde) Azerbaycan’ın KKTC’yi mümkün olan en yakın zamanda tanıması ve Cumhurbaşkanları düzeyinde görüşmelerin sağlanması yine Türkiye’nin atacağı cesur adımlarla hayal olmaktan çıkacak gerçeklerdir. 2007 yılında KKTC Cumhurbaşkanı M.Ali Talat’ı Cumhurbaşkanı sıfatı ile ülkesine davet eden Pakistan yönetimi ile de ikili ilişkiler geliştirilmelidir. Uluslararası kamuoyuna verilecek mesajlar çerçevesinde ilk olarak, Türkiye’nin Kıbrıs’taki askeri birliğinin ve Azerbaycan ordusunun KKTC’de ortak bir askeri tatbikat yapması yerinde bir adım olacak ve muhataplarınca dikkate alınacaktır. Bu tatbikat Rum Lider Anastasiadis’in ‘’Türk askeri adadan çekilmeli’’ sözüne de en güzel yanıt olacağı muhakkaktır.

Sonuç
Uzun yıllardır devam eden müzakereler neticesinde bir arpa boyu yolun alınmadığı ortadadır. KKTC Cumhurbaşkanlığı’na Mustafa Akıncı’nın seçilmesiyle yeniden başlayan görüşmelerden de ne yazık ki çözüm çıkma ihtimali gözükmemektedir. Tarafların 2016 yılı içerisinde olumlu netice ile masadan kalkacakları yönündeki ifadeleri, iyi niyet göstergesinden öteye gitmeyen, gerçekten uzak bir yaklaşımdır. Rumların ENOSİS hayalleri devam ettiği müddetçe adada kalıcı bir çözüm ne yazık ki mümkün değildir. Müzakerelerde Türk askerinin adada ki varlığı tartışılamaz, tartışılması teklif dahi edilemez vurgusu en başta yapılmalı, hem KKTC’yi temsilen orada bulunanlar hem de Türkiye bu hususa azami önem vermelidir. Akdeniz’e açılan tek kapımız olan Kıbrıs’ın askeri savunmamız açısından önemi zaten hepimizin malumudur. Girit adasını Yunanistan’a nasıl kaptırdığımız unutulmamalı, Kıbrıs, Girit’in akıbetine uğratılmamalıdır. Osman Kepenek

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir