KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. PYD Kapsamında Türkiye-ABD İlişkisi

PYD Kapsamında Türkiye-ABD İlişkisi

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 12 dk okuma süresi
383 0

Jonshon Mektubu, Kıbrıs Barış Harekatı, 1 Mart Tezkeresi, PYD Kapsamında Türkiye-ABD İlişkisi
Cumhuriyetin kurulması sonrası muasır medeniyetlerle yakın ilişkiler kuran Türkiye Cumhuriyeti, 1945’te Sovyetler Birliğinin Türk topraklarına göz dikmesi nedeniyle Avrupa ve ABD’ye daha da yakınlaşmıştır. 1952 yılında Türkiye, Batı bloğunun askeri örgütlenmesi olan NATO’ya üye oldu. 1950’liler sonrası Sovyetlerin, Türkiye üzerindeki politikalarından vazgeçmesine rağmen Batı grubuyla yakın ilişkiler kurmaya devam eden Türkiye, dönem dönem bu grupla aralarında önemli sorunlar meydana gelmiştir. Türkiye, Avrupa ile NATO’nun üyesi olmasının yanı sıra genelde ticari, siyasi ve hukuki ilişki kurmuştur. Ancak Batı bloğunun lideri gözüyle bakılan ABD’yle ile daha derin bir ilişkisinin bulunmasının yanı sıra askeri açıdan da önemli ilişkisi bulunmaktaydı.
Türkiye’nin ABD ile özellikle SSCB tehdidine karşı yakın bir müttefiklik ilişkisi bulunmasına rağmen iki ülke bazı dönemlerde farklı politikalar izlemiş ve uluslararası politikada karşı karşıya gelmiştir. Türkiye ile ABD arasında gerilime yol açan ilk gelişme Jonshon Mektubu olayıdır. Türkiye, 1964 yılında Kıbrıs’taki Türkleri korumak ve adada barışı dizayn etmek için askeri harekat düzenlemeyi planlamaktaydı. Ancak dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Jonshon tarafından Türkiye’yi küçük düşüren ve kaba dille yazılan bir mektup gönderildi. ABD tarafı çeşitli bahaneler öne sürerek Türkiye’nin operasyon planı durduruldu. Bu bahanelerden biri NATO silahlarının bir bölgeye saldırı yapılması için değil verilen bölgenin korunması için verildiğiydi. ABD’nin bu politikasından önemli dersler çıkaran Türk yöneticiler on yıl sonra hem Batı Bloğunun hem de SSCB’nin tepkisini çekme pahasına Kıbrıs’a askeri harekat düzenlemiştir. Bu dönemde kurulan Türk devleti hala varlığını devam ettirmektedir.
Türkiye ile ABD arasındaki gerilime neden olan ikinci gelişme ise ABD’nin Türkiye’ye uyguladığı ambargodur. Türkiye’de haşhaş yetiştiriciliği yapılmaktaydı. Ancak ABD vatandaşlarının uyuşturucu kullanması ve bu nedenle ölmeleri ve uyuşturucunun Türk haşhaşlarından yapıldığına dair iddialar sonrası Türkiye’de ABD baskısıyla haşhaş üretimi yasaklanmıştır. Ancak dönemin Başbakanı Bülent Ecevit, Türk köylülerine güvendiğini dile getirerek haşhaş üretimini tekrar serbest bıraktı. Bu karar ABD’de tepkiye neden olmuştur. Kıbrıs Barış Hareketiyle aynı döneme denk gelen bu gelişme sonucunda ABD, Türkiye’ye askeri ambargo uygulamaya başlamıştır.
Türkiye, ABD’nin ambargo kararı karşısında haşhaş üretimini devlet kontrolüne alarak desteklemiş, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kurulduğunu duyurmuş, ABD ile askeri işbirliği rafa kaldırmış ve Türkiye’deki NATO üslerine el koymuştur. Bu dönem içinde uluslararası basında Türkiye’nin askeri üslerdeki nükleer silahlara el koyması durumunda süper güç haline geleceği tartışılmaktaydı. Bu gelişmeler neticesinde Türkiye üzerindeki ambargo 1978’de kaldırılmıştır. Bu iki olayda da geri adım atmayan Türkiye, Kıbrıs mevzusunda biraz geçte olsa, ABD’ye gerekli mesajı vermiş ve milli duruşu sayesinde çıkarlarını korumasını bilmiştir.
2000’li yıllara gelindiğinde Irak’ı işgal etmeyi aklına koyan ABD, hem işgal sürecini kısaltmak hem de maliyetini azaltmak için Türkiye’nin savaşa girmesini ve Türk topraklarının kullanılmasını istemiştir. Ancak iktidar partisinde bazı milletvekillerinin, muhalefetin ve TSK’nın karşı çıkması nedeniyle tezkere meclisten geçmemiştir. Bunun neticesinde ise Türkiye ile ABD arasında yeni bir gerilim yaşanmıştır. Ulusal ve uluslararası politikada bir gerilimden çok bir cezalandırma olarak görülen bu gerilim 4 Temmuz 2003 yılında Irak Süleymaniye’de yaşanan Çuval Olayı’dır. ABD askerleri tarafından Türk karargahını basarak askerleri gözaltına alması ve müttefik Türk askerlerinin birer teröristmiş gibi muamele görmeleri Türkiye’de büyük tepki toplamıştır. Ancak dönemin siyasi mercileri ve Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök olayın büyütülmemesi için çalışmıştır.
ABD ve Türkiye ilişkileri bazı sıkıntılı dönemler geçirse de genel olarak belli bir istikrarı korumayı başarmıştır. Ancak Ortadoğu’da yaşanan bazı gelişmeler iki ülke arasındaki ilişkilerin tekrardan gerilmesine neden oldu. Ortadoğu’da ortaya çıkan DAEŞ terör örgütüne karşı Batı dünyasının kara askeri gücü haline gelen Kuzey Irak Kürt Yönetimi peşmergeleri ve PKK’nın Suriye eşdeğeri olan PYD, bu özelliklerinden dolayı bölgede yükselen güç oldu. Ayrıca peşmerge güçleri ve PYD, DAEŞ’e karşı mücadele ettiği dönemlerde AKP, HDP ile Türkiye siyasetinde ortak hareket etmekte ve Çözüm Sürecini yönetmekteydi. Bu nedenle AKP, Ortadoğu coğrafyasındaki Kürt yükselişine ve bu grupların çeşitli ülkelerle ilişki kurmasına ses çıkarmamaktaydı. Ancak Çözüm Sürecinin bozulması sonrası AKP, PKK’ya ve PYD’ye olan bakış açısını değiştirdi. Lakin PYD’ye olan bakış açısının değişmesi ABD ve AB için sorun teşkil etmiştir. Çünkü ABD ve AB, DAEŞ karşısında PYD’yi desteklemekteydi. Türkiye, politika değişikliği sonrası Batı’dan verilen bu desteklerin kesilmesini ve PYD’nin terör örgütü olarak kabul edilmesini istemiştir. Son olarak ise Türkiye, PYD’nin Suriye geleceği konusunda söz sahibi olmamasının istediğinden bu grubun Cenevre’deki Suriye Barış Masası’na davet edilmemesini savunmaktaydı. PYD lideri Salih Müslim barış masasına davet edilmese de PYD’nin farklı gruplar adı altında toplantıya katılacağı genel olarak kabul gören bir kanıdır. Ayrıca Suriye denkleminde bulunan birçok unsur yaptıkları açıklamalarda PYD’nin başlangıçta olmasa da ileriki süreçlerde Barış Masasında temsil edileceğini dile getirmektedir. DAEŞ karşısında PYD’nin desteklenmesi ve PYD’nin bölgede önemli bir unsur olarak kabul edilmesi Türkiye ile Batı bloğu arasındaki yeni bir ayrışma konusudur.
Türkiye’nin PYD konusunda ikinci önemli kırmızıçizgisi ise bu örgütün Fırat’ın ötesine geçmemesidir. Ancak Türkiye’nin Rus uçağını düşürmesi sonrası Suriye’deki hareket kabiliyeti bitme noktasına gelmiştir. Bu noktada Türkiye, PYD mevzilerinin ötesinde DAEŞ mevzilerinin vurulması konusunda bile ABD’ye istediklerini kabul ettirememektedir. Abdulkadir Selvi, 21.012016 tarihli yazısında bu durumun altını çizerek vurulamayan DAEŞ mevzilerinin Türkiye’de bomba olarak patladığını belirtmiştir.
Bu durumda Türkiye ne yapmalıdır? İlk öncelikle Türkiye Rusya olan ilişkilerini düzeltmelidir. Bu adım Türkiye’ye Suriye topraklarındaki DAEŞ mevzilerini tekrar vurma, bölgedeki Türkmenlere yardım edebilme konusunda daha etkili olama, PYD’nin hareketliliği karşısında daha etkili hareket etme, Rusya’nın Türkiye’ye karşı PYD’yi desteklemesinin önüne geçme, Batı bloğu ile ilişkilerin gerildiği dönemlerde oynayabileceği Rus kartını koruma ve ABD’ye bağımlı olmama gibi birçok konuda avantaj sağlayacaktır. İkinci olarak Rusya ile ilişkilerini güçlendiren Türkiye, bölgedeki Kürt yükselişine karşı önlemler almalıdır. Bu noktada Irak yönetimiyle kurulacak diyalog ile Kuzey Irak Kürt Yönetimi’nin bağımsızlık isteğine tepki göstermelidir. Çünkü Ortadoğu’da küçükte olsa kurulacak bir Kürt devleti Suriye, Türkiye ve İran da bir domino taşı etkisi yaratabilir ve bu ülkelerde bölünme seslerinin daha gür bir şekilde çıkmasına neden olabilir. Üçüncü olarak bölge ülkeleri ve insanları için en önemli tehditlerden bir olan DAEŞ’e karşı olağanüstü çaba gösterilmelidir. Çünkü Irak ve Suriye’den sonra DAEŞ’in yeni hedefinin Türkiye olacağı aşikardır. Ayrıca DAEŞ’e karşı izlenilecek sert politikalar ile dünyaya PYD’ye gerek olmadığı mesajı verilebilir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD’ye “Senin ortağın ben miyim Kobani’deki terörist mi?” söylemindeki eleştiri tüm resmi kanallardan ABD’ye ve AB’ye sorulmalı ve lobi çalışmaları yapılmalıdır. Türkiye bu konudaki kararlılığını göstermek için gerekli gördüğü durumlarda DAEŞ’in mevzilerinin yanı sıra PYD’nin mevzilerini vurmalıdır. Bu adım Türkiye’nin ciddiyetini ortaya koyacaktır.
Sonuç olarak Türkiye, ABD arasında yaşanan gerginliklerden ders çıkarmak zorundadır. Kıbrıs, haşhaş ve ambargo mevzularında gösterilen devlet ciddiyeti göstermeli ve Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler hakkında bölge dışındaki ülkelere pek güvenmemelidir. Bölgedeki Kürt unsurlarının varlığı ve nüfuzları Batı bloğunun çıkarınayken Türkiye, bu durumda uğrayacağı zarar hakkında Batı’ya gerekli açıklamaları yapmalıdır. Batı dünyasının bu konuda ikna olmaması ve Türkiye’nin çıkarları aleyhinde atacakları adımlar karşısında Türkiye, NATO üyeliğini, Türk topraklarındaki yabancı askeri üsleri, Batı bloğu ülkeleriyle olan ilişkilerini tekrardan gözden geçirmelidir. Son olarak ise Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde ilan edeceği olağanüstü hal ilanı ile en kısa zamanda PKK ortadan kaldırılmalı ve bu konudaki ciddiyet Batı bloğuna gösterilmelidir. Türkiye’nin bölgede pasif kalması veya devlet ciddiyetinden uzak hatalı adımlar atması Ortadoğu’daki kaosun her geçen gün Türkiye’yi kaplamasına neden olabilir.

Emrah Kaya, kafkassam Amerika araştırmaları uzmanı

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir