KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. TİCANİLER – KEMAL PİLAVOĞLU ve ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR HAKKINDA KANUN

TİCANİLER – KEMAL PİLAVOĞLU ve ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR HAKKINDA KANUN

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 18 dk okuma süresi
1117 0

TİCÂNİYYE

Ebü’l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Muhtâr b. Sâlim et-Ticânî (ö. 1230/1815)

Ticâniyye tarikatının kurucusu.

1150’de (1737) Cezayir’in Tilimsân (Tlemsen) bölgesindeki Aynimâzî kasabasında doğdu. Bölgeye göç eden dedesi burada yaşayan Berberî Ticâne kabilesinden bir kadınla evlendiğinden ailesi Ticânî nisbesiyle tanındı. Hayatı hakkındaki bilgilerin büyük bir kısmı halifelerinden Ali Harâzim’in 1217 (1802) yılında tamamlayıp kendisine sunduğu Cevâhirü’l-meǾânî ve yine halifelerinden İbnü’l-Müşrî’nin Kitâbü’l-CâmiǾ adlı eserlerine dayanmaktadır. Kendi ifadesine göre soyu Hz. Hasan’a ulaşır. Ticânî on altı yaşında iken Aynimâzî’de müderrislik yapan babasını ve annesini veba salgınında kaybetti. Kur’an, hadis, Mâlikî fıkhı ve edebî ilimleri Tilimsân’da okuduktan sonra Fas’a gitti. Burada Kādirî, Şâzelî, Nâsırî tarikatlarının zikir halkalarına katıldı. Fas’ta Şeyh Ahmed Habîb b. Muhammed’in, Sahrâ şehirlerinden Abîd’de beş yıl süreyle Sîdî Abdülkādir b. Muhammed’in hizmetinde bulundu. Ardından Tunus’a gidip Azvâvî Zâviyesi’nde Halvetî şeyhi Mahmûd b. Abdurrahman’ın sohbetlerine devam etti. Bir yıl sonra Kahire’de Halvetî şeyhi Mahmûd el-Kürdî ile tanıştı. Şevval 1187’de (Aralık 1773) Mekke’ye ulaşıp hac görevini yerine getirdi ve iki yıl Mekke’de kaldı. Bu sırada Hindistanlı Şeyh Ahmed b. Abdullah ile tanıştı. İki aylık beraberliğin ardından vefat eden Ahmed b. Abdullah, Ticânî’yi yerine halife olarak bıraktı. Medine’de Muhammed b. Abdülkerîm es-Semmân ile görüşüp kendisinden Semmâniyye icâzeti aldı. Hac dönüşü tekrar Mısır’a uğrayan Ticânî, şeyhi Mahmûd el-Kürdî’den icâzet alıp halife sıfatıyla Cezayir’e döndü.

KEMAL PİLAVOĞLU

Kemal Pilavoğlu adlı hukuk fakültesinden terk şahıs tarafından, 1930’larda Ankara’nın Çubuk ilçesi ile Çankırı’nın Şabanözü ilçesinde örgütlenen Ticanilik, Kemal Pilavoğlu’nun güya rüyasında Ahmed et-Ticani`ye intisap ettiğini görmüş, ardından Abdülkadir Medeni adlı birinden tarikat ruhsatı almıştı.

Pilavoğlu ve müridleri ilk kez 1943’te kovuşturmaya uğramışlar ancak kısa bir süre sonra serbest bırakılmışlardı. Bir süre sonra “heykel puttur”, “laiklik dinsizliktir”, “Hilafeti kaldıran Atatürk mel’undur”, “Türkçe ezan küfürdür” gibi sloganlarla ortaya çıktılar ve ilk büyük eylemlerini 4 Şubat 1949’da TBMM’nin dinleyici bölümünde Arapça ezan okuyarak yaptılar. Ardından, Bayar’ın dediği gibi, çeşitli yerlerdeki Atatürk heykellerine saldırmaya başladılar. Tarikatın eylemleri 1951 yılı başlarından itibaren halkın da dikkatini çekmeye başladı. CHP, DP’yi sıkıştırmak için ‘Ticanileri tel’in mitingleri’ yapmaya başladı.

CHP-TİCANİLER İLİŞKİSİ

Halbuki 26 Nisan 1950 tarihli Zafer gazetesinde çıkan bir habere göre, Kemal Pilavoğlu ve müritlerinden bir grup İsmet İnönü’nün onayıyla partiye üye yapılmış, tarikat üyeleri köylerde toplantılar düzenleyerek parti propagandası yapmışlar, köylüleri CHP’ye üye yazmışlardı. Ancak gazetenin DP yanlısı olması yüzünden bu iddia seçim atmosferinde gürültüye gitmişti. Konunun tekrar gündeme gelmesi 14 Mayıs 1950 seçimlerinden sonra oldu.

28 Nisan 1951 tarihli Ulus gazetesine göre 1950’den 1951 yılına kadar Atatürk’ün büst ve heykellerine 9, manevi şahsiyetine 5, fotoğraflarına 1 kez olmak üzere 15 saldırı olayı gerçekleşmişti. Nadir Nadi 28 Haziran 1951 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Artık Yeter” başlıklı yazısında şöyle yakınıyordu:

“İstiklal Savaşı’nın büyük kahramanı, Türk İnkılâbının baş yaratıcısı, hürriyetlerimizin eşsiz temsilcisi Atatürk’e karşı bir müddettir girişilen tecavüz hareketleri son zamanlarda göze çarparcasına yüreğimize bıçak saplanırcasına arttı. Birbirinden çok uzak yurt köşelerinde, birbirini belki hiç tanımayan, fakat hayret edilecek kadar birbirine benzeyen çember sakallı, karanlık suratlı birtakım adamlar rastladıkları büstlere saldırıyorlar. Resmî ağızlar, memlekette irtica olmadığına dair demeçler veriyor, vicdan hürriyetinin kutsallığından bahsediyorlar. ”

Zafer gazetesinin 30 Haziran 1951 tarihli nüshası “Atatürk heykellerine mel’unane tecavüzleri tel’in maksadile bugün büyük bir miting yapılıyor” başlığı ile çıkmıştı. Habere göre mitinge DP’li milletvekilleri de katılacaklardı. Gazetenin tam orta sayfasındaki kutu içerisinde ise “Ticaniler ve CHP” başlığı altında “CHP seçimlerde Ticanilere nasıl yardım etmişti?” sorusuna cevap veriliyordu.

Anlaşılan CHP`nin akıl hocaları, Nurcuların ve Süleymancıların DP`ye destek verdiklerini görünce, dindar bir grubun halk arasında partileri adına çalışmasında fayda görmüşler ama bula bula Ticaniler gibi ‘sözde’ tarikatı bulmuşlardı. Bu durum pek içlerine sinmediği için de, grupla ilişkilerini mümkün olduğunca gizli ve mesafeli tutmaya çalışmışlardı.

Kemal Pilavoğlu, 1952 yılında Ankara’da kitapçılık yaparken laikliğe aykırı hareket etmek, bildiri dağıtmak, Atatürk büstü kırdırmak ve tarikatçılık yapmak suçlarıyla yargılanmış, mahkeme tarafından yedi yıl hapis, beş yıl sürgün, beş yıl da polis gözetimi cezasını tamamladıktan sonra Bozcaada’ya gelmiş.

1968 yılında, Bozcaada’da “Üzüm, Şarap ve Efendi-Ticani Tarikatı ve Pilavoğlu” adıyla bir röportaj yapan Hikmet Çetinkaya, Ticani lideri Kemal Pilavoğlu’nun Bozcaada’deki günlerini şöyle anlatıyor:

“Karısı, iki kızı ve oğlunu da yanına alan Pilavoğlu, 1963 sonlarında Bozcaada’ya getirttiği yirmiye yakın müridinin sayısını, birkaç ay içinde ellinin üzerine çıkarmayı başarmış. Bozcaada’da sempati toplamak için öğrencilere kitap, defter, kalem ve eğitim araçları almış. Bunları parasız dağıtmaya başlamış. Bozcaada’da doğru dürüst bir fırın, bakkal, bir manav yokmuş o yıllar. Adalılar yoğurt, süt yüzü görmüyorlarmış, aylarca. Çanakkale’ye inerlerse yiyebiliyorlarmış. Kışlık sebze yemezlermiş. Kısacası yoksunluk bölgesiymiş Bozcaada. Kışın deniz kudurdu mu, açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalırlarmış. Motorlar çalışmazmış günlerce. Kimsenin aklına sebze yetiştirmek, inek alıp beslemek gelmezmiş, 1963’e kadar. İşte iyi bir işletmeci olan Pilavoğlu, kolları sıvayarak koyun almış. Süt ve yoğurt satmaya başlamış. Manav ve bakkal dükkanları açmış. Fakat şarap ve sigaranın ‘günahkarlar içkisi’ olduğunu öne sürerek, bunları satmıyormuş dükkanlarında. Artık işleri yoluna girmiş, ‘Pilavoğlu Çarkı’ hızlı hızlı dönmeye başlamış. Üstelik elliden fazla mürit, efendilerinin hizmetinde sadece boğaz tokluğuna çalışıyorlarmış.”

Çetinkaya’nın anlattığı “boğaz tokluğuna çalışma” olayını Pilavoğlu’nun birçok müridi doğruluyor. Müridler, efendiye hizmet ediyorlar ve sevap kazanıyorlar. Pilavoğlu ise, müridlerinin artı emeğine el koyuyor ve dünyalık kazanıyor. Çanakkale Ağırceza Mahkemesi’nde Kemal Pilavoğlu hakkında açılan 1975/181 sayılı davada ifade veren müridleri, şeyhin çiftliklerinde, fırınlarında ve diğer işyerlerinde çalışarak din yolunda efendiye hizmet ettiklerini, hakim huzurunda söylüyorlar.

Şeyh-mürid ilişkisinin sonunda, Ticani Lideri Pilavoğlu’nun kazancını 26 Eylül 1975 tarihinde Bozcaada Tapu Sicil Muhafızlığı’nın, Bozcaada Cumhuriyet Savcılığı’na yazdığı bir yazıda, şu bilgiye yer veriliyor:

“İlgi müzekkerenizle, ilçemiz Cumhuriyet mahallesinden Ahmet oğlu 1323 doğumlu Kemal Pilavoğlu adına kayıtlı (172) yüz yetmiş iki parça gayrimenkul kaydı sicilinden aynen yukarıya çıkarılmıştır.”

1960-1975 yılları arasında, efendi-mürid ilişkisinin Ticani liderine kazandırdığı varlığın sadece bir bölümü olduğu bilinen 172 parça gayrimenkul. Tarlalar, arsalar, bağlar, bahçeler, mandıralar, evler… Binlerce dönüm toprak. Yüzlerce, binlerce küçük ve büyükbaş ve kümes hayvanı. Menkul varlık ise hala bilinemiyor. Pilavoğlu’nun asıl başarıyı ticaret alanında değil, inanç sektöründe sağladığı ortaya çıkıyor. 1950’li yılların Atatürk heykelleri düşmanı, radikal dinci Ticani tarikatının lideri, bu görüntünün altında Türkiye’nin en hızlı zenginleşen kişilerinden biri olarak ortaya çıkıyor. Pilavoğlu, bir yandan mal-mülk edinirken, bir yandan da başka dünyevi zevklerle uğraşıyor.

Ehli namus, dindar Pilavoğlu’nun diğer dünyevi zevklere olan düşkünlüğü, Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi’nin 1975/181 esas sayılı dosyasının sayfaları arasında bütün çıplaklığı ile duruyor. İki yıl daha duracak ve sonra dosya zaman aşımı süresininin dolması nedeniyle, 1996 yılında imha edilecek. Davanın 6 Mayıs 1976 tarihli duruşmasında, A.U., mağdur, yani fiilden zarar gören sıfatıyla duruşma salonuna, yargı heyetinin önüne alınıyor. Duruşma tutanaklarından izliyoruz:
“Duruşmanın belli yerinde ve saatinde oturum açıldı. Mağdur A.U. gelmekle huzura alındı, açık duruşmaya başlandı. Mağdur: A.U.: Mustafa oğlu 1952 doğumlu, Altındağ Yenidoğan asfaltı üzeri,… numarada oturur. Sıhhiye Zafer meydanı,… numarada babası M. yanında kalır olduğunu söyledi.
Çanakkale Ağır Ceza Mahkemesi’nin 12 Nisan 1976 günlü talimatı okundu. Mağdurdan talimat gereğince soruldu: Ben bu hususta evvelce ifade vermiştim. Aradan zaman geçtiği için de okunmasını isterim, dedi.

Mağdurun talimata ilişik olarak gönderilen, ilk soruşturma sırasında tesbit edilen 24.6.1974 günlü tasdikli ifade örneği okundu.
Mağdurdan soruldu: Okunan ifadem doğrudur. Ben tarihini hatırlamıyorum. O zaman küçüktüm. Daha doğrusu 14-15 yaşlarında idim. Babam beni Kemal Pilavoğlu’nun Bozcaada’da bulunan yazıhanesinde katip olarak çalışmam için sanığın yanına bıraktı. Aradan bir sene kadar geçti. Ben sanık Kemal Pilavoğlu yanında boğaz tokluğuna çalışıyordum. Sanık küçük olduğum için bana muhtelif hediyeler vererek kandırdı ve anüs yoluyla yanında kaldığım 3-4 sene zarfında birçok defa evinin yanında bulunan yazıhanesinde ırzıma geçti. Bana ayrıca tehditte bulunmadı. Yalnız yukarıda belirttiğim gibi elbise, saat gibi hediyeler vererek, çocukluğumdan da istifade etmek suretiyle kandırdı. Ve bu suretle ırzıma geçti. Irzıma geçerken bir tehditte bulunmadı, ancak, her defasında kimseye söylememem gerektiğini bildirdi. Ben onun yanından askere gitmek üzere ayrıldım. Ve kimseye de şikayet etmedim. Ancak, benden sonra yanına aldığı katiplere de aynı şeyi yapmış ve suç ortaya çıkınca her nasılsa bana yaptıkları da meydana çıkmış. Ben de sanık hakkında şimdi şikayetçiyim, cezalandırılmasını isterim, dedi.

Ben askere 4.7.1972 tarihinde gittim. Askere gitmeden 5 veya 6 sene evvel sanığın yanında katip olarak çalışmaya gitmiştim. Ve bu süre askere gidinceye kadar yanında kaldım. Irza geçme hadisesi de bu tarihlerde oldu, dedi.”

Bir baba, (muhtemelen o da-müridi) oğlunu din ve Allah yolunda çalışması için lidere gönderiyor. Dini lider, yani tarikat şeyhi, ki olayımızda bu kişi Ticani tarikatının lideri Kemal Pilavoğlu’dur, çocuğu boğaz tokluğuna çalıştırıp artı emeğine el koyuyor. Bunu da din uğruna değil, mal mülk edinme uğruna yapıyor. Üstelik bu kadarla da kalmıyor ve çevresine namusu, haramdan sakınmayı, kadının örtünmesini emrederken dini eğitim vermesi gereken genç erkek çocuğuna tecavüz ediyor.

Bir başka mağdura geçiyoruz. Pilavoğlu mağdurlarından A.A., hocaefendi hazretlerinin yanına 15 yaşında gidiyor. Çanakkale Ağırceza Mahkemesi’ne gönderilmek üzere, Ankara Ağırceza Mahkemesi’nde, 13 Ekim 1975’te talimatla alınan ifadesinde efendi hazretlerinin yanında geçirdiği günleri şöyle anlatıyor:
“Ben Kemal Pilavoğlu’nun yanında 1963 yılında çalışmaya gittim. Bozcaada’ya gittim ve katip olarak çalışmaya başladım. Bir gün beni soydu. Bende bel soğukluğu var, bunu tedavi edeceğim dedi ve ben de hakiki olarak sandım. Kendisi bel kuşağı saralım dedi ve sonra bilahare beni yine soydu. Ben sizin babanızım diye bizi öper ve her tarafımızı okşardı. Fakat benim ırzıma geçmedi. Sarıldı ve okşadı. Bunlardan zevk alırdı. Birgün benim ırzıma geçmek istedi. Ben müsaade etmedim ve benim ırzıma geçmiş değildir.”.

Ortaya çıkan manzara bir din adamının, bir tarikat liderinin portresinden çok, erkek çocuklarına düşkün bir zamparanın portresi oluyor. Çocukları kimi zaman saatle, elbiseyle, kimi zaman kurnaz bir çapkın gibi hastalığın tedavisi bahanesiyle kandıran bir kart zampara. Dava dosyasının sayfaları arasında dolaşmayı sürdürüyoruz.

Bu kez bir baba, M.A.B., müşteki sıfatıyla sorgu hakimliğine, 28 Ağustos 1974 tarihinde şu kısa ifadeyi veriyor:

“Benim oğlum A.B., sanığın yanına çalışmak üzere gelmişti. Sanık orada çocuğumun ırzına geçmiştir. Ben kendim gözümle görmedim. Durumu bana oğlum A.B. anlattı. Kendisini muayene ettirdim ve ırzına geçildiği anlaşıldı. Sanık benim oğlumun ırzına geçmiştir, dedi.”

ATATÜRK ALEYHİNE İŞLENEN SUÇLAR
HAKKINDA KANUN

Kanun Numarası : 5816
Kabul Tarihi : 25/7/1951
Yayımlandığı R.Gazete : Tarih : 31/7/1951 Sayı : 7872
Yayımlandığı Düstur : Tertip : 3 Cilt : 32 Sayfa : 1842
Madde 1 – Atatürk’ün hatırasına alenen hakaret eden veya söven kimse bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile
cezalandırılır.
Atatürk’ü temsil eden heykel, büst ve abideleri veyahut Atatürk’ün kabrini tahrip eden, kıran, bozan veya kirleten
kimseye bir yıldan beş yıla kadar ağır hapis cezası verilir.
Yukarki fıkralarda yazılı suçları işlemeye başkalarını teşvik eden kimse asıl fail gibi cezalandırılır.
Madde 2 – Birinci maddede yazılı suçlar; iki veya daha fazla kimseler tarafından toplu olarak veya umumi veya
umuma açık mahallerde yahut basın vasıtasiyle işlenirse hükmolunacak ceza yarı nispetinde artırılır.
Birinci maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar zor kullanılarak işlenir veya bu suretle işlenmesine teşebbüs olunursa
verilecek ceza bir misli artırılır.
Madde 3 – Bu kanunda yazılı suçlardan dolayı Cumhuriyet savcılıklarınca re’sen takibat yapılır.
Madde 4 – Bu kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
Madde 5 – Bu kanunu Adalet Bakanı yürütür.

Kaynakça
1) Kitap: TÜRKİYE’DE ŞERİATIN KISA TARİHİ
Yazar: Halil Nebiler
2) Tesfire Güneş, “Demokrat Parti Dönemi Atatürk İmajı (1950-1960)”,
2012 yılında Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü’nde kabul edilmiş master tezi;
3) ticanitarikati.org

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir