KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Gündem
  4. »
  5. Türkiye’nin kuruluşunda Balkan Göçmenleri ve Kenan Evren!

Türkiye’nin kuruluşunda Balkan Göçmenleri ve Kenan Evren!

Ömür Çelikdönmez Ömür Çelikdönmez - - 11 dk okuma süresi
933 0

Üç kuşak önce Rumeli denilirdi, şimdi Balkan yer adlandırmasını tercih ediyoruz. Ankara Devlet Mezarlığı’na gidenleriniz varsa Osmanlı’nın son dönemlerinde devletin önemli kademelerinde görev almış isimlerin daha sonra Cumhuriyetin kuruluşunda aktif sorumluluklar üstlendiklerini ve çoğunun birkaç isim hariç Balkan kökenli olduğunu görürsünüz. Cumhuriyetin kurucu kadroları Balkan ve Kafkas kökenli asker bürokratlardan oluşmuştu. Balkanlar yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları dışında kalınca tahmin edersiniz ki en büyük travmayı da onlar yaşamıştır.

Doğdukları, çocukluklarının geçtiği, aile büyüklerinin mezarlarının bulunduğu toprakları terk etmek onların vicdanlarında kim bilir ne derin yaralar açmış olmalı? Mustafa Kemal Paşa’nın sevdiği Rumeli türkülerine kendisinin de fısıltıyla eşlik ettiği, gözleri dolarak dinlediği anlatılır. Nitekim Falih Rıfkı Atay, Çankaya adlı kitabında, Atatürk’ün hislerini “Rumeli türküleri söylerken derin ve onulmaz bir gurbet ve sıla acısı gözlerinde yaşarırdı” sözleriyle ifade eder. Şimdi kalkıp hangi vicdansız onların Avrupa yakasında bırakılan topraklar için yüreklerinin sızlamadığını söyleyebilir?

Mustafa Kemal Paşa’nın sevdiği türküler arasında kimimizin sadece “Vardar ovası Vardar Ovası/ kazanamadım sıla parası”  nakaratıyla hatırladığı, “Mayadağdan  kalkan kazlar /Al topuklu beyaz kızlar/Yarimin yüreği sızlar/Eylenemem aldanamam/ben bu yerlerde duramam” türkü sözleri hangimizin yüreğine işlemez. “Manastırın ortasında var bir havuz”,  bir Selanik türküsü olan “Çalın davulları”, sonraki yıllarda (1970) kendisi de bir Balkan göçmeni olan Arif Şentürk’le patlayan “Aman bre deryalar” ve diğer Balkan türküleri terk edilen, bırakılan ama bir gün mutlaka döneceğiz gözüyle bakılan vatan topraklarının, gönlümüze kazıdığı acılar coğrafyasının iz düşümünden başka bir şey değildir!

Her ikisi de Balkan göçmeni olan bir anne babadan Manisa Alaşehir’de 17 Temmuz 1917’de dünyaya gelen Kenan Evren’in 9 Mayıs 2015’te 98 yaşında vefat ettiği haberlerini duyduğumda “Allah rahmet eylesin” dedim.  Babası Hayrullah Evren, Makedonya’da Üsküp’e bağlı Preşova kasabasında 1877’de dünyaya gelmiş ve İstanbul’da bulunan amcasının davetiyle İstanbul’a gelerek Düyun-u Umumiye (Genel Borçlar) idaresinde aşar kontrol memuru olarak görev yapmıştı. Annesi ise Bulgaristan’ın Ziştov kentinden göç ederek Soma’ya yerleşmiş bir ailenin kızıydı.

Anne tarafından soyu Bulgaristan Türklerine uzanan Kenan Evren;  Bulgaristan’da Todor Jivkovyönetiminin Türk ve İslam kimliğini yok etmek için toplama kamplarında türlü işkenceler uyguladığı, Müslüman Türklerin isimlerini Bulgarca isimlerle değiştirmeye zorladıkları, kabul etmeyenlere her türlü baskının yapıldığı asimilasyon döneminde soydaşlarını unutmadı.  Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakan Turgut Özal’ın müşterek kararlarıyla Türkiye Bulgaristan sınır kapılarını açmış, sınır boyunca yığılan Bulgaristan Türklerini kabul etmişlerdi.

Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçü 6 Haziran 1989’da başladı. Bu nedenle 89 göçü olarak adlandırıldı. 1989 göçü kırılgan Türkiye ekonomisinin kaldırabileceğinden çok daha fazla Bulgaristan Türkü’nü Türkiye’ye getirmişti. 21 Ağustos’ta Türkiye Bulgaristan sınırını kapattı. Artık yalnızca vizeli girişlere izin verilecekti. Bu önleme rağmen Haziran 1989- Temmuz 1990 döneminde Türkiye’ye giriş yapan göçmen sayısı 350 bini bulmuştu. Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye sığınmalarında ve Türkiye’nin kol kanat germesinde hiç şüphesiz ki Balkan göçmeni bir aileden gelen Kenan Evren’in muhacirlik dramının ne olduğunu bilmesinin etkisi büyük olmuştur. Kenan Evren sadece Bulgaristan Türklüğü ile ilgilenmemiş Afganistanlı Türklerinde Türkiye’ye getirilmesinde de çaba göstermiştir.

7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından 1982 yılında Rusya’nın Afganistan’ı işgali sırasında, Pakistan üzerinden yüzlerce aile Türkiye’ye getirilmiş ve muhtelif illere yerleştirilmiştir. Kenan Paşa, bu tavrıyla Afgan cihadına destek vermiş, Rusların Afganistan’ı işgaliyle birlikte Pakistan’a göç etmek zorunda kalan Afgan Türklerine sahip çıkmış, az da olsa ülkesine mülteci kabul ederek, kardeş Pakistan’ın yükünü bir nebze olsun azaltmak istemiştir. 12 Eylül bir askeri darbedir. Ancak 12 Eylül öncesinde demokrasi TBMM’de parti grup toplantılarında ve genel kurul konuşmalarında ancak izine rastlanabilen bir yönetim biçimiydi. Sokaklarda demokrasinin esamesi okunmazdı. Anarşi ve terör önlenemiyordu. Sağ ve sol gruplar arasındaki çatışmalar, Kahramanmaraş ve Çorum olayları ile Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmüştü.

Her siyasi grup kendine bir kurtarılmış bölge edinmişti. Kurtarılmış bölgelerde kimlik kontrolü ve esnaftan vergi adı altında haraç toplanması rutin işlerdendi. Kaçakçılık yasadışı grupların en önemli gelir kaynağını oluşturuyordu. Emniyet güçleri de Pol Bir ve Pol Der’li polislere bölünmüştü. Polisin polise müdahale ettiği günlerdi.  Halkın büyük çoğunluğu askerin bir an önce yönetime el koyması beklentisiyle yaşıyordu.  Nihayet 12 Eylül Askeri Darbesi olduğunda sağcısı solcusu, dincisi herkes derin bir oh çekti, işine gücüne baktı, sokaklarda eylem peşinde koşanlar ise, ya soluğu yurt dışında aldılar ya da emniyet güçleri tarafından yakalandılar pekte adil olmayan mahkemelerde yargılandılar.

Kurunun yanında yaşta yandı.  Masum insanlarında mağdur olduğu bu dönem daha sonraki yıllarda sorgulanmaya başlanıldı, halen de sorgulanıyor. 12 Eylül Askeri Darbe döneminde tutuklanan parti liderlerinden Necmettin Erbakan ve Alpaslan Türkeş’e yakın isimlerin 12 Eylül Askeri Yönetiminin iç ve dış politikalarına bakıp mahkemelerdeki savunmalarında  “bizler fikri iktidarda olan ama kendisi mahkûm edilen bir partiyiz” sözlerini telaffuz ettikleri dönemdi. Gerçektende “fikrimiz iktidarda kendimiz içerde” cümlesiyle dile getirilen bu durum 12 Eylül Askeri darbesinin siyasi çizgisini de gösteriyordu. Her ne kadar Atatürkçülük eksenine oturtulmaya çalışılsa da sağ bir darbeydi bu.

Cumhurbaşkanı Kenan Evren döneminde yaşanan bazı olaylar günümüze ışık tutabilir. Katolik Kilisesi’nin ruhani lideri Papa II. Jean Paul‘e Bir Türk tarafından düzenlenen suikast İslam Dünyasına Haçlı saldırılar düzenlemeye hazırlanan Batı âlemine bir mesajdı. Malatyalı Mehmet Ali Ağca tarafından 13 Mayıs 1981’de II. Jean Paul‘e yönelik gerçekleştirilen suikast,  Türkiye’deki askeri yönetimin Batı dünyasına üstü örtülü bir meydan okumasıydı. Suikastı düzenleyen Mehmet Ali Ağca hapis yattığı askeri cezaevinden 23 Kasım 1979’da kaçırılmıştı.

Adı Susurluk Kazası ile gündeme gelen Abdullah Çatlı’nın da aralarında bulunduğu iddia edilen bir grubun yardımıyla kaçırılmış ve Bulgaristan‘a geçmişti. Suikastın gerçekleştirildiği tarihte Türkiye’de 12 Eylül 1980 darbesini yapan askeri cunta iktidardı. Askerler içten ve dıştan gelen baskılara rağmen kıllarını kıpırdatmıyordu. Bence suikast Hıristiyan dünyasına İslam dünyasının lideri Türkiye’den verilen bir uyarıydı. Bu ikaz yerine ulaşmış. İlgili merciler kendilerine mesajı almış olmalılar ki, Türkiye’nin tutum ve konumunu önemsiyorlar.

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Mısır, Türkiye karşıtı söylemlerde bulunmakla yetinmemiş, hatta Mısır Firavunu Enver Sedat’ın özel talimatıyla, İsrail karşısında paçası sıkmayan Mısırlı komandoların EOKA’cılara yardıma gönderildiği iddia edilmişti. Kıbrıs’ta Başpiskopos Makarios’un safında el bağlayan Mısır’ın bu davranışını, Türkiye bir kenara yazmıştı. Camp Davit sözleşmesini imzaladığı ve ülkesindeki Müslümanlara zulüm ettiği gerekçesiyle, hem de Mısır’ın bağımsızlığının kutlandığı tören sırasında, silahlı saldırıya uğrayarak öldürülmesini tesadüf mü sanıyorsunuz? Tesadüf olmadığını anlamak için suikastı düzenleyen kahraman mücahidin ismine bakmanız yeterli.

6 Ekim 1981’de Mısır Firavunu Enver Sedat’a resmigeçit töreni sırasında, askeri konvoy içinde bulunan Halit el-Islambuli (İstanbullu Halit) tarafından önce el bombaları atılmak suretiyle, saldırılmış, daha sonra otomatik silahlarla platformun önüne gelinerek platformda bulunanlar taranmıştır. Bu saldırı sırasında Enver Sedat’a 72 kurşun isabet etmiştir. Sedat’ı öldüren İslamcı Yüzbaşı Halit el-Islambuli (İstanbullu Halit) 1982 yılında idam edilmiştir. Mekânı cennet, ruhu şad olsun. Bkz, (fikrikadim, 13 Kasım 2014 “Armenians expect the order to fire the Greek! / Ermeni’ye ateş Yunan’a sıranı bekle!”)

Benim için Kenan Evren, Komünizm belasından bunalan Bulgaristan ve Afganistan Türklerine kucak açan, İslam düşmanlığıyla İslam ülkelerine saldırmayı planlayan Haçlı dünyasına Papa suikastıyla geleceğiniz varsa göreceğiniz var mesajı verdiren, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında Yunanistan ve EOKA’cı milislere yardım gönderen Enver Sedat’ı tarih sahnesinden silen adamdır. Türkiye’nin diplomatlarına karşı suikastlar düzenleyen onlarca diplomatımızı şehit eden Ermeni terör örgütü ASALA’yı tarihin çöplüğüne gömen adamdır. Mekânı cennet ruhu şad olsun!
Ömür Çelikdönmez
Twitter:@ oc32oc39

omurcelikdonmez@hotmail.com    

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir