KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. İran
  4. »
  5. İran İslam Cumhuriyeti ve ABD İlişkilerinin Tarihsel Perspektiften Analizi

İran İslam Cumhuriyeti ve ABD İlişkilerinin Tarihsel Perspektiften Analizi

Kafkassam Editör Kafkassam Editör - - 8 dk okuma süresi
367 0

İran’ın ABD’ye yönelik dış politika kodlarının ülkede gerçekleşen 1979 İslam Devrimi’nden sonra ciddi biçimde değişiklik arz ettiği bilinmektedir. Bu çerçevede değişen dış politika algısını anlayabilmek ve her iki ülkenin de küresel ve bölgesel düzlemde almış olduğu pozisyonları açıklayabilmek için sistemin yapısına olduğu kadar İran ile ABD arasında geçen tarihsel gelişmelere de bakmak gereklidir.
Öncelikli olarak uluslararası sistemden kaynaklı devletlerin almış olduğu pozisyonlar algılamalar doğrultusunda şekillenmekte ve dolayısıyla devletlerin çıkar algısının farklılık göstermesiyle bu politikalar geliştirmektedirler. Buna göre devletlerin karar alma mekanizmalarında bulunanların tasarruflarına göre politikaları ve karar alıcıların çıkar algısı farklılık arz edebilmektedir.

İran ile ABD arasındaki ilişkilerin yakın tarihine bakıldığında karar alıcı mekanizmaların siyasal yönlerinin etkisi görülebilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde İran Şah’ı, İslam Devrimi’nin gerçekleştiği 1979 yılına kadar ABD’nin bölgedeki en önemli müttefiki olmuş ve ABD’nin Ortadoğu’da yürütmüş olduğu politikalara destek vermiştir. Diğer taraftan SSCB’nin güneyden kuşatılması açısından, İran jeopolitiğinin önemli olması kadar İran’ın sahip olduğu zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarının da Washington yönetimince önemi büyüktür.

Yrd. Doç. Dr. Fatma Anıl ÖZTOP
Şah liderliğindeki İran’ın bölgesel güç olma yolunda ilerlemesinde ABD’nin katkısı yadsınamaz. Ne var ki, bölgesel ölçekte bu yükseliş iç politik düzlemde karşılık bulmamış ve İran iç dengelerinde muazzam bir değişim rüzgârı başlamıştır. 1970’ler boyunca etkisini giderek arttıran bu değişim rüzgârı neticesinde 1979 yılında İslam Devrimi gerçekleşmiş ve Humeyni dini ve siyasi karar alıcı olarak İran dış politikasına yön vermeye başlamıştır. Bu yeni dönemin karar mekanizmasında belirleyici olan Humeyni’nin ABD’ye yönelik dış politik söylemleri oldukça sert bir biçimde şekillenmiştir. Bu açıdan bakıldığında İran’da oluşan yeni düzen neticesinde ABD bölgedeki en önemli müttefiki ile yol ayrımına girmiştir. Bu devrim, ABD’yi iki açıdan açmaza sokması bakımından önemlidir. Bunlardan ilki ABD’nin SSCB’ye yönelik önemli bir istihbarat alanını kaybetmesi, ikincisi ise Basra Körfezi’ndeki petrol kaynaklarının risk altına girmesidir.

1980 yılında patlak veren İran-Irak Savaşı, ABD’nin Basra Körfezindeki çıkarlarını koruma ve yeni müttefikler sağlaması bakımından önemlidir. Burada İran’ın Irak ile dengelenmesi hedeflenirken, devrim heyecanın da kaybedilmesi sağlanmaya çalışılmıştır.

Irak’ın Kuveyt’i işgali ve SSCB’nin dağılması, Ortadoğu bölgesinin dengelerini değiştirmesi bakımından öne çıkan olgulardır. Başlangıçta İran’ın lehine gibi görünen bu durum hiç de İran’ın beklediği gibi gelişim göstermemiştir. Bölgede gelişen olaylar neticesinde ABD, İran’ın bölgedeki komşusu pozisyonuna gelmiştir. SSCB’nin dağılmasının ardından İran, Orta Asya ve Kafkasya bölgesinde de ABD ile nüfuz mücadelesine girmiş; Rusya ve Ermenistan ile ilişkilerini arttırmıştır.

İki ülke arasındaki ilişkilerde daha da yakın tarihe bakmak gerekirse 11 Eylül terör saldırıların etkisini görmek mümkündür. Şöyle ki, 11 Eylül terör saldırılarının ardından ABD karar alma mekanizmasının dış politika anlayışında radikal değişimler yaşanmış ve yeni güvenlik-tehdit odaklı anlayış ABD’nin öncelikleri arasında yer almıştır. Bu çerçevede yaşanan değişim neticesinde birtakım ülkelerin “şer ekseni” ilan edilmesi ve bunların içerisinde İran’ın da yer alması İran’ı ciddi düzeyde tedirgin etmiştir.

Bu dönemde ABD’nin İran politikasının gittikçe sertleştiği ve dolayısıyla sorunların çözümünde ekonomik, siyasi ve diplomatik yaptırımların daha fazla öne çıktığı açıkça görülmektedir. Nitekim oğul Bush’un ABD Başkanı olduğu bu dönemde, İran ile ABD arasında diyaloğun neredeyse hiç olmadığı söylenebilir.

Ancak hem Clinton hem de Barack Obama dönemlerinde ABD’nin İran’a yönelik politikası Bush dönemindeki gibi olmamış; daha az çatışmacı bir yol izlenerek sorunların çözümünde diplomatik yöntemler daha çok ön plana çıkartılmıştır. Bu dönemlerde İran’ın karar alma mekanizmalarında daha ılımlı liderlerin yer alması da, ABD ile yürütülen ilişkilere önemli katkı sağlamıştır. Bu açıdan Ruhani ve Hatemi’nin Batı ile diyalog yanlısı olmaları önemlidir.

Bu genel çerçeveden hareketle İran siyasal sistemine bakıldığında, karar mekanizmasında yer alan Cumhurbaşkanı’nın yetkilerinin oldukça sınırlı olduğu söylenebilir. İran siyasal sisteminde hem iç hem de dış politikada karar alma mekanizmasının belirleyici aktörü dini lider olan Rehber’dir. Dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı makamında yer alan bireylerin değişimi İran dış politikasında eksen kaymasına yol açmamaktadır. Humeyni sonrası İran’ın dini lideri olan Ali Hamaney’in rolü bu bakımdan değerlendirilmelidir. Nitekim ABD ile İran arasında yürütülen nükleer soruna ilişkin müzakerelerde ve anlaşmada Cumhurbaşkanı Ruhani’nin izlemiş olduğu politikaların Rehber Hamaney’in onayından geçtiği bir gerçektir.

Diğer taraftan nükleer soruna ilişkin yürütülen müzakereler ve varılan anlaşma gereğince İran’ın izlediği dış politik yaklaşım ekonomi temellidir. Buna göre İran’a yönelik uygulanan yaptırımlardan kurtulma arzusu, Tahran yönetiminin bu yönde bir dış politika izlemesine neden olmuştur. Ne var ki müzakere sürecinde Washington yönetimine taviz verildiği yönünde bir algının oluşması, İran içerisindeki katı muhafazakârların tepkisini göstermesi bakımından önemlidir.

Özellikle 1979 İslam Devrimi sonrası, ABD yönetiminin İran’ı büyük bir tehdit olarak görmesi, ABD’nin Tahran yönetimine karşı “yalnızlaştırma”, “sıkıştırma” ve “çevreleme” politikaları izlemesine neden olmaktadır. Bu açıdan bakıldığında ABD’nin Ortadoğu eksenli politikasından Tahran’ın nasibine düşen “baskı yöntemi” olmuştur.
Sonuç olarak, Washington ile Tahran yönetimleri arasında gelişen ilişkilerin tarihsel temellerinin gösterdiği olgu, her iki ülkenin de kendi iç dinamiklerinin etken rol oynadığı yönündedir. Bu açıdan değerlendirdiğimizde İran’ın mevcut rejiminin temel yapısı ve ABD’deki İsrail lobisinin etkinliği, ABD ve İran karar alma mekanizmalarında belirleyici unsurlarıdır. Dolayısıyla Washington ve Tahran yönetimleri arasındaki ilişkilerde iyileşmenin sağlanıp sağlanamayacağı sorunsalı bugün dahi belirsizliğini korumaktadır. Nitekim iki ülke arasında normalleşme sürecinin bölge ülkelerine yansımasının pozitif yönde olacağı muhakkaktır.

Yrd. Doç. Dr. Fatma Anıl ÖZTOP
https://ankasam.org/author/fatma-anil/

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir