KAFKASSAM – Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi

  1. Anasayfa
  2. »
  3. Türkiye
  4. »
  5. Stratejik serinlik

Stratejik serinlik

Hasan Oktay Hasan Oktay - - 8 dk okuma süresi
343 0
Rusya ile yaşanan ve ne zaman yatışacağı henüz belli olmayan kriz nedeniyle Türkiye NATO’yu yeniden keşfetti.

Dış politikada ideolojik olmayan, evrensel değerleri savunan, sorunların çözümünde o sorunla ilgili olan tüm aktörlere eşit mesafede duran ve aktörlerin tümüyle de diyalog olanaklarını daima koruyan bir uygulama tarafsızlık ilkesini gözeten bir yaklaşımı yansıtır. Böyle bir dış politika uygulaması  komşularla olan ilişkilerde de iç işlerine müdahale etmeyen, komşuların iç istikrarını olumsuz olarak etkileyebilecek gelişmeleri yönlendirmeyen, istikrarsızlık odaklarını desteklemeyen bir anlayışa yol açar. İyi komşuluk ilişkileri de esasen bunu gerektirir.

Türkiye, Cumhuriyet ilkelerine dayalı olarak izlediği dış politikayı bu anlayışa göre kurgulamış ve uygulayagelmiştir. Ne var ki, son yıllarda Türkiye dış politikasındaki bu anlamlı, ilkeli ve ödün vermeyen yaklaşımını kaybetti. Bu kayıp sonucu dış politikada yaşanan değişiklik de en çok Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde izlediği politikalarda kendini gösterdi.

Son yıllarda Türkiye’nin dış politikasına hakim olan anlayışı yansıtan temel öğreti niteliğindeki referans kaynaklarının ortaya koyduğu gerekçelere bakılırsa, yaşanan değişikliğin nedenlerini anlamak kolaylaşır. Bu gerekçelere göre, Türkiye’nin özellikle Ortadoğu bölgesinde izlediği, örneğin Arap ülkeleriyle İsrail arasında dengeli ilişkileri gözeten, taraf tutmayan ilkeli dış politika uygulamasının “Arap kamuoyunda Türkiye’nin sömürge ülkelerinin bölgedeki stratejik ortağı olarak görülmeye başlanmasına yol açtığı” iddia edilir.

Aynı gerekçelerden hareket edildiğinde, yine örneğin İkinci Körfez Savaşı sırasında Irak’a yapılan müdahalede İncirlik üssünün Türkiye tarafından askeri operasyonlara katkı sağlayacak biçimde kullanıma açılmasının bölgede “Batılı güçlerin desteğiyle Ortadoğu’da operasyonlara girişen Türkiye imajının uyandırılmasına yol açtığı” ileri sürülür. Buradan hareketle, “İncirlik çıkışlı her askeri operasyonun Türkiye ile Arap ülkeleri arasındaki gerilimi artırıcı bir etki yaptığı” tezi ortaya atılır.

Benzer eleştiriler Türkiye’nin son yıllarda dış politikasının oluşumunda önemli bir rol oynayan anlayış tarafından Türkiye’nin NATO üyeliği olgusuna bağlı olarak da dile getirilir. Buna göre, Türkiye’nin Ortadoğu’da etkin olabilmesini engelleyen faktörlerin başında “Türkiye’nin herhangi küresel bir blokun ya da gücün bölgedeki uzantısı olduğu imajı”nın geldiği vurgulanır. Özetle, Türkiye’nin bölgede ABD’nin ve NATO’nun bir uzantısı ya da başka ülkelerin hesaplarının “pivot ülkesi” gibi görüldüğü iddiaları Türkiye’nin Ortadoğu politikalarındaki değişimin temel gerekçeleri olarak kullanılmıştır.

Bu yaklaşım, Türkiye’nin gerek ABD ile olan ikili ilişkilerinde, gerek NATO üyesi olarak yerine getirmesi gereken çok taraflı yükümlülüklerinde farklı politikalar izlemeye başladığı bir dönemi de beraberinde getirdi. Özellikle 2010 yılında yaşanan talihsiz “Mavi Marmara trajedisi” Türkiye’nin NATO’nun Akdeniz Diyaloğu programı çerçevesinde İsrail’i kapsayan her türlü proje, tatbikat ve girişimi engelleyen bir tavır takınması için de bir bahane oluşturdu.

2012 yılında Chicago’da yapılan NATO Zirvesi’ne İsrail’in Akdeniz Diyaloğu ortağı sıfatıyla davet edilmesini dahi engellemesi doğal olarak ABD ve diğer NATO ortakları gözünde Türkiye hakkında giderek olumsuzlaşan bir algıya sebep oldu. İngiltere ve Fransa’nın Libya’ya müdahaleleri sırasında Türkiye’nin yüksek sesle “NATO’nun Libya’da ne işi varmış?” serzenişlerinde bulunması da bu NATO aleyhtarı yaklaşımın ve sözde bölgesel sahiplenmenin sonucudur.

Türkiye’nin NATO üyeliğinin Ortadoğu ülkelerinde olumsuz imaj yarattığı savı yanlış bir kavramsal kurguya dayanır. Özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından sonra NATO’nun “alan dışı faaliyetleri” olarak adlandırılan barışı koruma etkinliklerine katkısının arttığı doğrudur. Balkanlar ve Afganistan bu yeni uygulamanın örnekleri olmuştur. Ancak bu tür bir müdahale Ortadoğu’da hiç bir zaman gerçekleşmemiştir. Aksine NATO Ortadoğu ve Körfez ülkeleriyle kurumsal ilişkilerini geliştirmek için Akdeniz diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi adı altındaki programlarıyla Ortadoğu’da güvenlik ve istikrara katkıda bulunacak bir arayış içinde olmuştur.

Türkiye’nin NATO’nun bu misyonuna ve programlarının işlerliğine en önemli katkıyı sağlayabilecek ülke olarak görülmesi ve buna göre bir dış politika uygulaması gerekirdi. Bölgeye olan coğrafi ve kültürel yakınlığı nedeniyle, Ortadoğu’da barış, istikrar ve refahın gelişmesini öncelikli addeden politikalarıyla Türkiye bu rolün sahibi olabilmeliydi.

Türkiye bu rolü üstlenemedi. Bunun sebebi Ortadoğu politikalarında izlediği tarafsızlık ilkesini yitiren ideolojik dış politika uygulamalarıdır. Bu nedenle de Türkiye hem küresel düzlemde, hem bölgesel planda kendi kendini yanlızlığa itmiştir.

Bugün durum değişiyor. Türkiye, Suriye’de ve tabii genel olarak Ortadoğu’da izlediği yanlış politikaların başına açtığı sorunlar nedeniyle son birkaç yıl içinde NATO’nun danışma mekanizmalarını harekete geçirmek için tüm NATO üyeliği tarihinde olduğundan daha çok ve daha sık çaba içinde olmuştur. İncirlik üssü de bölgedeki hava harekatlarına destek için açık olarak kullanılmaya başlanmıştır. Demek ki İncirlik’in kullanımı imaj bozmuyormuş.

Rusya ile yaşanan ve ne zaman yatışacağı henüz belli olmayan kriz nedeniyle Türkiye NATO’yu yeniden keşfetti. Washington Antlaşması’nın dördüncü maddesi önümüzdeki dönemde sık sık kullanılacak gibi görünüyor. Umarız iş beşinci maddeye kadar varmaz.

Görünen o ki, Türkiye Doğu Akdeniz’in “derin” sularında tek başına aradığı stratejik rolünü bulamadı. Şimdi Kuzey Atlantik İttifakı içindeki müttefiklerle uyumlu bir stratejik rol bulmak için Atlantik okyanusunun “serin” sularına yeniden yelken açıyor. Eh, zaten Doğu Akdeniz suları giderek ısınmaya başladı. Rusya da yıllardır dillerde pelesenk olan “sıcak sulara inme” stratejisini hayata geçiriyor. Bu durumda Türkiye’nin yeni yaklaşımı da “stratejik serinlik” olarak ortaya çıkıyor. Kolay gelsin.

Ünal Çeviköz

İlgili Yazılar

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir